Artık yağmur endişemiz kalmadı, Datça’da yağmurlar kesildi, Datça’nın klasik kendine has rüzgârları başladı.
Biraz yürüyüş rehberimiz Ahmet beyden bahsetmek isterim yazıma başlamadan önce
Ahmet Bey yürümeyi seven yıllar önce Datça’ya yerleşmiş, Karadenizlilerin bütün özelliklerini taşıyan kara denizli mimar. Yıllardır yürüdüğü için yarım adanın hemen hemen bütün yürüyüş yollarını biliyor, bildiklerini de paylaşmaktan zevk alan birisi, hayali ninesini de yürüyüşlerimizde bizimle yürütüp, esprilerinde hep ninesiyle bağdaştıran, büyükle büyük, küçükle küçük olabilen, ağlayanla ağlayan, gülenle gülen, yürüyüşlerde yeni keşifler yapmaktan büyük mutluluk duyan, konuşkan, neşeli, zeki bir arkadaşımız, tek kusuru var, yürüyüşlerde herkesi kendisi gibi yürüyor olarak kabullenmesi, mübarek onca yol yürüyoruz, hala tepeleri koşarak çıkıyor,
Henüz kulüpleşmediğimiz için yürüyüşlerden önce belli bir programımız olmuyor, haliyle donanımımız eksik olabiliyor.
Bu pazarda kulvarımız belli olmadığı için, daha önceki bir yürüyüşümüzde de şelaleyi görüntüleyebilmek için suya girdiğimden ne olur ne olmaz diye içime mayomu giymiştim.
Pazar günü gene her zaman olduğu gibi saat 8.00 de belediyenin önünde buluştuk, Ahmet, Richart, Alper, Fehim, Carol, Şahan, Semra, Aynur, Ergun ve ben, belki gelen olabilir diye birazda bekledik. Sonra Ahmet beyin cipi ve Şahan beyin arabasına taksim olup yola çıktık. Hedefimiz “ Domuz Çukuru “
Kinidos yolundan Hızırşah köyünü 2 km. kadar geçince sola döndük, daha öncede şelalelere bu yoldan gitmiştik. Orman yolundan, çamların arasından arabalarımızla geçip “ Aşlama “ mevkiinde orman yolunun bitimine az kala bir arıcı obasının yanına arabalarımızı bıraktık.
Saat 8.50 civarında yürüyüşümüz başladı.
Kuzey istikametinde az yürüyünce orman yolu da bitti, arıcıların açmış olduğu ağaçlardan ve bitkilerden temizlenmiş, teraslanmış bir tepeyi aşınca ormana daldık. Önce kuzey batı istikametinde ilerledik, yol bana yabancı gelmedi daha önce şelalelere gittiğimizde bu yoldan dönmüştük.
Hemen hemen bir saat kadar zorlu olmayan bu istikamette yürüdükten sonra, şelaleleri tepeden gören, bir tepede ilk molamızı verdik. Bütün koylar ( Kızılbük, Hayıt Bükü, Mesudiye, Palamut Bükü ) ayaklarınızın altında, yeşille mavinin kucaklaşması ayrı bir keyif. Durduğumuz tepenin önü uçurum çok güzel rüzgâr alıyor aslında yelken kanat için ideal bir tepe ama iniş alanı yok her yer orman.
Kısa bir fotoğraf ve meyve molasından sonra kuzeye yönelerek yürüyüşümüz başladı, bu yürüyüş biraz zorlu hepimiz tek sıra olduk, keçi yolundan yürüyoruz, eğer ince bir giysi giymişseniz püren ve çalılar ayaklarınızı tırmalar.
Yaklaşık 1,5 – 2 saate yakın yürüdükten sonra en son tepenin kuzey yamacına ulaştık, domuz çukuru solumuzda, sabah karşımızda olan koylar sağımızda kaldı. Karşımızda hava açık olduğu için Rodos adasını çok rahat görebiliyorduk, onun sağında eski fakat aktif olan Misiros yanar dağı üçgen biçiminde denizden sanki fırlamış. Bu manzara karşısında mola vermeden olmaz biraz da yorulduk zaten.
Biraz dinlendikten sonra tepenin doğu yamacından güney doğu istikametinde inmeye başladık, dik olduğu için inişimiz biraz zor oldu. Vadiye inince tamamen güneye dönerek, önce dere yatağında kısa bir geçiş, sonra biraz tepeye tırmanıp güneye kısa bir yürüyüş, ama bu sırada bir su sesi duyulmaya başladı. Sarp yamaçta az daha yürüyünce şelale bütün güzelliğiyle yeşillikler arasından göründü.
Yaklaşık 30,35 metreden dökülen bir su kütlesi, bayıldım doğrusu, burada yemek molası verdik, saatte 12 ye yakındı. Bir saatten fazla kaldık şelalede, Eskişehir’de bulunan kızım aradı telefonda zor çekiyor vadide, yürüyüşümden haberi olduğu için nasıl gidiyor yürüyüş diye merak ediyor, bende zor çeken telefonda kızıma “ yavrum her halde cennetteyim, yanımda huriler, gılgamlar var “ deyince kızım yarım yamalak anladığı bu sözlerden sonra babam gene her halde Datça’nın cennet köşelerinden birinde diye hayıflanmış, gerçektende gurubumuzdaki arkadaşlarım harika, cenneti niye hep ölünce hayal ederiz de, bu dünyadaki cenneti görmeyiz hala çözemedim, bu güzel dünyadaki cenneti kendimiz cehenneme çeviriyoruz her halde.
Saat 13.15 de şelaleden ayrıldık, geldiğimiz yoldan geri dönüp, vadide deniz istikametinde az ilerleyince geniş bir alan, papatyaların içinde, küçük bir bina yanında minik minik bangolov evler, bu koya araçla ulaşım yok, Hayıt büküne araçla gidiyorsunuz oradan sizi kayıkla alıp getiriyorlar, dünyayla irtibatınız kesiliyor, dinlenmek için harika bir yer.
Ahmet beyin ne yapacağını bilmediğim için ne olur ne olmaz diye içime giydiğim mayo burada işime yaradı, denize siftah yaptım, işletmeci Musa ve Hakan’ın çay ikramından sonra, 14.40 civarında domuz çukurundan ayrıldık.
Geldiğimiz yoldan dönüş oluyor, zorlanarak indiğimiz tepeyi bu sefer de zorlu bir tırmanışla çıkıyoruz. Birazda vücut soğuduğu için iki sefer mola verdik. Tepenin batı tarafından güneye yönelerek geldiğimiz yoldan mola vererek geri döndük.
Araçlarımızın yanına geldiğimizde saat 17.00 civarındaydı, oldukçada yorulmuştuk, burada arkadaşlarımızla vedalaşıp tekrar yeni yürüyüşlerimizde buluşmak üzere araçlarımıza binip Datça’ya döndük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder