Sabah saat 7.00 civarında uyandık, çantalarımızı hazırlamak, kahvaltı, saat 8.30 oldu. Pansiyoncu Hüseyin YILMAZ’IN kahvaltısı da nefisti, doğal yufka ekmeği, köy peyniri, bal, zeytin, salam, tereyağı oldukça kaloriliydi. Köyde bakkal yokmuş, yiyecek tedariki biraz zor, tedbirli olmak gerek, ekmek de öğleye yakın geliyormuş, iyi ki konservelerimiz vardı, suyu da pansiyonda çeşmeden doldurduk, köyün suyu güzel.
Saat 8.30 da pansiyondan ayrıldık, yeni mıcır taşı dökülmüş asfalt yoldan, köy içinde sağa dönüp, mezarlığın doğusundan, Hacıoğlan deresi boyunca, çam ormanı arasında köy yolunda ilerliyoruz, güneş çam ağaçları arasından ışık huzmelerini gönderiyor, Fehim ağabey ile fotoğraf çekeceğiz diye oldukça geride kaldık.
Saat 9.45 civarında Gökçedere mevkiinde köprüyü geçince yol ikiye ayrılıyor, işarete çok iyi dikkat etmek gerek, soldaki traktör yolundan devam ediyoruz, ağaçlar bize daha yakın, yol bir traktör geçebilecek genişlikte, yeni açıldığı için işaretlerin bazılarını bozmuşlar, yolumuz üzerindeki “ Ümmet pınarı “ nı saat 10.10 da geçtik, Nağihan hanım, Fehim bey ve ben fotoğraf çekeceğiz diye hep gruptan gerilerde kalıyoruz, her yer zümrüt gibi yeşil.
Saat 10.50 civarında traktör yolunda “ Phellos “ yazan yürüyüş işaret levhasına ulaşıyoruz, kısa bir moladan sonra yoldan ayrılarak güneye dönüyoruz, sonbahar olduğu için susuz bir dereden geçip ( baharda bu derede bayağı su oluyormuş ) hemen sağa keçi yoluna döndük, işaretlere dikkat ederek önümüzdeki dağın kuzey-batı yamacından tırmanmaya başladık, yolda patika şekline dönüştü, dik ve taşlı olması tırmanışımızı zorlaştırıyor. Bıttım ve sandal ağaçları arasında tırmanıyoruz, en arkada kalan Hatice hanımın sırt çantasını da alan Ahmet TEMİZEL’İN tırmanışına hayran kalmamak elde değil.
Kâh ormanlık, kâh makilerin arasından geçerek dağın doğu yamacından çok meyilli olmayan kolay inişe geçtik.
İnişli çıkışlı yoldan Gedikdüzü Beli denilen mevkie ulaştık, terk edilmiş küçük evi geçince, küçük havuzlu, havuzda az su kalmış bir bahçede üzüm molası verdik, ilk defa sakız aromalı üzümün tadına baktım, çünkü üzüm asması sakız ağacına sarılmış onun aromasını almış, kısa üzüm molasından sonra işaretleri takip ederek patikanın çalılık alandan, yamaçta bir boş alana geldik. Alanda ulu bir çınar, altında tahtadan bir köşk denilen yükselti, tabi bizden önce yürüyen yabancılar bu köşke yerleşmişler, çınarın yukarısında yürüyüş yolunun hemen altında bir çeşme ama suyu kesildi kesilecek, çınarın biraz aşağısında, terk edilmiş, yıkılmış virane ev, belli ki sahipleri bu cennet gibi yeri çoktan terk etmişler. Çınarın altında toprak, kurumuş ot karışımı zeminde mola verdik, tabi bu arada Hatice hanımın sırt çantasıyla parende atarak düşmesi görülmeye değerdi, ben Hatice hanıma yardıma koşuyorum, grup liderimiz Ahmet bey bana bağırıyor – Ağabey ne yapıyorsun, çeksene fotoğrafını. Allahtan bir sakatlık olmadı, ama gırgırın bini bir para, yok kafanı taş vursaydın beyin kanmasından ölürdün bizde seni buraya gömerdik, zaten ulu bir çınar, artık evliya olurdun, gelen giden sana dualar okurdun, yok çok şahane parende atıyorsun cim lastik takımında mısın gibi, neşe içinde molamızı tamamlayıp ( aslında hedefimiz Gökçeören-Susuz’ du, Susuz mevkiini tam olarak bilemediğimiz için biz yolumuza devam ettik, normalde Susuz denilen mevkii bu çınarın olduğu bölgeymiş ) sırt çantalarımızı sırtlayıp patika yoldan tırmanmaya başladık, saat de 14.30 oldu.
Saat 15.15 civarında çalılık patika yol bitiyor, sedir ve meşe ormanına ulaşıyoruz, orman iyileştirme nedeniyle dozerle orman yolları açılmış, buralarda işaretlere çok dikkat etmek gerek, yol nedeniyle işaretlerin çoğu kaybolmuş, işaretleri bulamıyorsunuz, aslında buraların yeniden işaretlenmesi gerek.
İnişli çıkışlı orman yolundan ilerlerken yolun sağında bir su sarnıcı çıkacak, onu geçince kısa sürede işaret levhalarına eriştik. Yoldan sağa patika yola ayrılarak inişli, çıkışlı işaretli yoldan devam ettik. Kısa bir tırmanıştan sonra karşınıza aniden “ Phellos “ antik kent kalıntıları çıkıyor, tam gün batımında geldik antik kente, en uzun süren bu yürüyüşümüzde bayağı yorulduk, ama gene de manzaranın etkisinde bol bol fotoğraf çekindik, bu arada önden giden Kemal amcayı bekledik ses çıkmayınca Yılmaz amca telefonla aradı, inişe geçtiğini, antik kenti görmediğini söyleyince, yanlış gittiğini geri dönmesini söyledik, tabi onun geri gelmesi bayağı zaman kaybı oldu, ama bize de iyi bir dinlenme zamanı doğdu. Kemal amca yukarı geldiğinde bayağı yorulmuştu.
Saat 18.00 civarında antik “ Phellos “ dan ayrıldık, kısa orman yürüyüşünden sonra, işaretli yoldan aşağıda ara sıra ışıkları görünen Çukurbağ Köyüne doğru ziğ zağlar çizerek inişe geçtik, havada kararmak üzereydi.
Köyün teraslı bahçelerinden geçerek, köyün cami yanındaki “ Orta Kuyu “ köy çeşmesine geldik. Antik Likya Yolu burada asfaltla buluşuyor, havada karardı. Asfalt yoldan köye doğru ilerleyince, sonradan İstanbullu olduğunu öğrendiğimiz, İstanbul beyefendisi olan Cemal YLMAZ’IN işlettiği “ Dede Pansiyon “ u görürsünüz, kalmak için oda sayısı kısıtlıydı, Yılmaz amca, Kemal amca, Ahmet TEMİZEL, Nağihan hanım bahçede çadırda kaldılar, Hatice hanım komşu bir teyzeye misafir oldu, Fehim ağabey, Ahmet SOYDAN ve ben bir odada kaldık. Hepimizde duşlarımızı alıp, güleç yüzlü yardımcı Hacer hanımın çayını içtikten sonra yataklarımıza çekildik…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder