Tatlı bir uykunun ardından ben saat 6.45 de uyandım, hazırlık, arkadaşların uyanmaları, toplanmaları bayağı zaman aldı. Dede Pansiyon hizmetlisi Hacer hanımın hazırladığı nefis kahvaltıyı iştahla sildik, süpürdük.
Vedalaşmanın ardından saat 9.00 da Dede Pansiyon’dan ayrıldık. Pansiyondan 150 mt. Kadar inince yol ikiye ayrılıyor, işaret filan yok, kararsız kaldık, akşam Nağihan hanımın beslediği köpek de bizimle geliyordu, sahibi akşam söylemişti, yürüyüşçülerin peşinden uzun süre gider sonra gere dönermiş, kavşakta sol taraftaki yola dönünce ekip liderimiz “ iç güdüsel olarak köpek yolu biliyordur “ diye sol taraftaki yoldan yürüttü, bu yol Çukurbağ’ın karşı mahallesine gidiyor, oradaki caminin yanına vardığımızda, köylülere sorduk, bir çeşit yürüyüş yolu gösterdiler ama asıl Likya Yürüyüş yolu değildi, yol Çukurbağ köylülerinin kullandığı patika bir yoldu, belki asıl Likya yoluyla ileride birleşiyordu ama biz esas yolu bulmak için geri döndük, pansiyondan ayrıldığımızda aşağıda yol ikiye ayrılıyordu, oraya kadar gidip bu sefer sağa dönüp 50-60 mt. Yürüyünce işaretleri bulduk, tabii bu arada saat de 10.00 olmuştu. Yani Dede Pansiyondan 150 mt. Kadar inince kavşaktan sağa döneceksiniz.
Asfalt yolda 2 km. kadar gidince Çukurbağ Sağlık Ocağı’nın yanından asfalt yoldan devam ediyorsunuz, Çukurbağ köyünün kuzey tarafındaki mahalledeyiz, zaten yolunuz üzerindeki yürüyüş yolu işaret levhalarını görürsünüz, asfalt yoldan sola traktör yoluna sapıyorsunuz, bundan sonra yol hep işaretli, düz bir plato, kırmızı toprağı var. Kısa molalarımızın birinde arkamızdan bize yetişen Celal MISIRLI isimli tek başına on gündür yürüyen bir arkadaşla tanıştık, o da yalnız yürümekten sıkılmış olacak, bizim gruba katıldı, ileri yaşına rağmen hala dinç.
Düz platoda yürüyüş gayet kolay, yolda işaretler gayet belirgin, kaybolma riski bulunmuyor.
11.20 de Kaş’ın üzerindeki seyirlik tepeye geldik, dağ aniden bitiyor, derin bir uçurum, bir şehir bu kadar güzel seyredilir, Kaş ve yarım adası, küçük adalar, karşınızda evleri dahi belirgin Meis Adası, sol tarafta uzaklarda İnce Burun ve Ulu Burun, aşağıda Muğla-Antalya sahil yolu kara bir yılan gibi yere serilmiş, denizde güneşin pırıltıları, kıpraması sanki kanınıza enerji enjekte ediyor, üzerimizdeki yamaç paraşütçüleri ayrı bir güzellik katıyor manzaramıza. Bir bu köşeden, bir şu köşeden, yok şu uçurumun kenarından hatıra fotoğrafları çekiniyoruz.
Saat 12.00 civarında sol taraftan Kaş’a doğru inişe geçiyoruz, her ne kadar ziğ zağ yaparak inilse de yol taşlık ve kaygan olduğu için dikkatli inmek gerek, yolda yukarı çıkanlar kan ter içinde “ yol çok uzun mu? “ “daha tepeye var mı? “ gibi sorular soruyor, dağdan inenin de çıkanın da yüzü gülüyor, herkes birbiriyle selamlaşıyor, keşke diyorum, hayatımızdaki inişli çıkışlı yolda da böyle samimi olabilsek, belki de doğayla aramızda mesafe koyduğumuz için, hayat mücadelesi yapacağız diye gönül kapılarımız kapalı, ruhumuz kararmış, hengâme içinde günlerimiz geçiyor.
Saat 13.00 civarında Muğla- Antalya karayoluna indik, hemen inişte banklar var, kısa bir mola verdik, yürüyüş yolumuz burada bitmişti, içime bir hüzün çöktü, inanın dört gün boyunca sanki cennete girdik çıktık, dünyaya geri döndük, aman yarabbi ne güzel bir yorgunluk, o tırmanışlar, o terlemeler, o şakalaşmalarımız, insan nasıl unutabilir, o uçsuz bucaksız manzaraları, o kadar ruhumuz kararmış ki etrafımızdaki güzellikleri göremez olmuşuz, bana bu güzellikleri yaşatan, başta grup liderimiz Ahmet TEMİZEL olmak üzere tüm yürüyüş arkadaşlarıma ayrı ayrı teşekkürü bir borç bilirim.
Kaş’ta bir lokantada yemek yedik, uzunca bir dinlenme molasından sonra terminalden bir minibüse doluşup saat 15.55 de Kalkan’a geldik, minibüs bizi araçlarımızın yanına kadar getirdi, hemen araçlarımıza eşyalarımızı yerleştirip başka yürüyüşlerde yürümek dileklerimizle Datça’ya hareket ettik.