Anadolunun üşüdüğü, hatta bazı bölgelerinin buz kestiği bir pazar, her sabah olduğu gibi erken kalkıp, nefis Türk kahvemi hazırdım, güneşte nerdeyse göz kırpmaya başladı. Güneşin doğuşu benim kahvemi höpürdetmem, yeni bir günün başlangıcı...
Yeni tanışacağım bir yürüyüş gurubuyla bugün yürüyüşe çıkacağız. Güneşe elveda deyip, kahvaltımı hazırladım. Doyuryucu bir kahvaltının ardından saat 7,40 da fotoğraf makinamın çantasını sırtlayıp evden ayrıldım. Birazda meraklıydım, kimler var, kimlerle tanışacağız, yeni dostluklar, yeni arkadaşlıklar... yaşam güzel...
Saat 8 de Migros’un önünde toplanmaya başladık. 1,2,5 derken 19 kişi olduk. Merhabalaşmalar,tanışmalar, herkes spor kıyafetlerini giymiş, pırıl pırıl harika bir grup, grup liderimiz Ahmet TEMİZEL ve Sevinç GÜR hanımın önerisiyle Yazı Köyü’ne arabalarla gidip oradan Ahmet beyin belirlediği parkurdan yürünecek.
Saat 9 a yakın köyün girişindeki trafonun yanına arabaları park edip, herkes çantasını sırtladığı gibi pırıl pırıl güneşli bir havada yola revan olduk.
Köyün içinden Knidos’a giden yoldan sağa kuzey doğuya bir toprak yol ayrılıyor. İlk etabta toprak yoldan yürüyüş güzel.
Piren, kekik kokularıyla zenginleşen domates tarlalarından akıp gelen domates kokuları adamın yürüyüş iştahını kabartıyor. İştahlı bir yürüyüşün ardından Değirmen Yanı denilen Ege sahiline ulaştık.
Ege Denizi olmuş okyanus, hiç bir müzisyenin çalamıyacağı ses hengamesi insanın çıldırtıyor, nara atası geliyor...
Sola dönüp, bir müddet daha domates tarlaları arasından geçip güney batıya patika bir yola saptık. Ama tabii bu yola başlamadan önce bir mola verip, açıkanlar birşeyler atıştırdılar
Arıcılar ve domates tarlalarındaki insanlar grubu tanıyor olacak ki sevecenlikle selam veriyorlar.. Hatta bırakın insanları Değirmen Yanında peşimize bir akkuş takıldı, taaki bizimle yürüyüşü tamamladı.
Patika yol bir harika, eski yerleşim yerleri, su sarnıçları, şapeller , hele o badem ağaçlarının bu mevsimde çiçekleri inanılır gibi değil, kekik ve piren kokusu buralarda daha da ağırlaştı insanın genzini yakıyor. Ahmet beyin ve Sevinç hanımın ustaca manevralarıyla, yorulmadan, sıkılmadan, yeşilin çeşitli tonlarıyla sarmaş dolaş oluyoruz. Adaçayı, yabani erik,yabani zeytin, dağ çileğinin tadları unutulmaz bir damak tadı bırakıyor insanda..
Önümüzdeki iki dağın arasından geçip, yamacı aştığımızda, bir ressamın fırçasından çıkmış gibicesine bir manzara size kollarını açıyor. Gözleriniz kamaşıyor, Türkiye’nin en uç noktası karşımızda, yeşille mavinin kuçaklaştığı Knidos’u tepeden seyrediyoruz.
Ahmet beyin direktifleriyle Knidos’un üzerindendönüş yoluna koyuluyoruz.bazı arkadaşlar mırıldanıyorlar “ ya Ahmet bey Knidos’a inseydik” ama Ahmet bey yolu uzatmak istemiyor. İnce patika bir yoldan, bazen harabelerin içinden geçerek güneye Knidos yoluna paralel ilerliyoruz
Uzunca bir yürüyüşten sonra Knidos yoluna çıkıyoruz. Çıktığımız yerde bir çeşme, alt tarfta nar bahçesinin girişinde bir piknik masasına çörekleniyoruz.
Oldukça açıkmışız...Asfalt yoldan gene uzunca bir yürüyüşten sonra başladığımız Yazı Köyü’ne ulaşıyoruz. Girişte sağda Canfeza hanımın işletmeciliğini yaptığı Işıldarlar Kahvehanesine bir grup çörekleniyoruz. Eski muhtar Ertuğrul beyle demli çaylar yudumlanırken koyu bir sohbete başlıyoruz...
Grup tamamlanınca, yeni yürüyüşler, yeni rotalarda buluşmak üzere vedlaşıp, geldiğimiz arabalarla Datça’ya dönüyoruz.
Harika bir günün yorgunluğu, beynimdeki kekik ve domates tarlalarının kokusu, Ege denizinin çoşkusu, yeni gezileri n hayaliyle o gün güzel bir uykuyu hak ettim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder