Kış gelince yürüyüşe, balığa çıkmak artık şansa kalıyor. Uzunca süredir devam eden yağmurlar ve Anadolu’dan gelen soğuk hava insanın içini üşütüyor. Haliyle ne yürüyüş, nede balık avı, evde fotoğraflarımla haşır neşir oluyorum. Gerçi evde kalmam da iyi oldu biraz daha fotoğraflarımı sıralama şansım oldu.
Ara sıra yürüyüş yapan, bu çevreyi iyi bilen arkadaşları arar “Aman yürüyüşe çıkarsanız beni de arayın” diye haberdar ediyordum.
Cumartesi gecesi Datça’yı en iyi tanıtan, kültür yazılarıyla insanın ufkunu genişleten Muzaffer ÖZGEN aradı. Yeri gelmişken sitesinin ismi de “ Datçadetay.com”, “ Pazar günü Marmaris’ten Zirve dağcılık ve yürüyüş grubu gelecek, eğer yürümek istersen 9.45 de Kargı Mendelya mevkiinde ol” dedi. Kendisinin rahatsız olduğunu, yürüyüşe gelmeyeceğini, yalnız gelen grubu karşılayıp yönlendireceğini söyledi
Gelen grup profesyonel yürüyüş grubuymuş, bir hafta önce birkaç kişi gelip parkurda keşif yürüyüşü yapmış.
Muzaffer beyle internette tanışıyordum ama yüz yüze hiç görüşmemiştim, böyle engin bilgileri olan ve bildiklerini paylaşan birisiyle tanışmak beni sevindirmişti, ama yürüyüşe katılmayacağı için üzülmüştüm.
Gene her zamanki gibi Pazar günü erken kalkmıştım. Sıkı bir kahvaltıdan sonra saat 8 civarında hemşerim olan, yürümek isteyen Fehim ŞAVLI’yı aradım. “ Ağabey Marmaris’ten bir yürüyüş grubu geliyormuş, yalnız onlar profesyonel bir grupmuş, yürümek istersen 9.45 de Kargı- Mendelya’da olmamız gerekmiş, yürüyüş 10 da başlayacakmış” dedim. Fehim ağabey yeni yürüyeceği için biraz nazlandı bende ağabey yürüyemezsek döner geliriz diye onu iknaya çalıştım. Bende tanımadığım bir grupla yalnız yürümeyi istemiyordum.
Saat 9.30 da beni motor bisikletiyle beni evden aldı. Zaten eşofmanlarımı giymiş, fotoğraf makinemi ve yürüyüş çantamı hazırlamış hazır bekliyordum.
Saat 10 a 20 kala Mendelya’ya vardık, çok geçmeden Muzaffer bey, bir arkadaşıyla taksiyle geldiler, kısa bir tanışma faslından sonra grup iki midibüsle geldi.
Onlarla da kısa bir tanışma faslından sonra biz Datça’dan 4 kişiydik, gelen grupta yaklaşık 45 kişi kadardı.
Grup lideri kısa bir bilgilendirme konuşması yaptıktan sonra yürüyüşe başladık.
Her yaştan arkadaşın olduğu grup gerçekten kültürlü, sevecen, yaptıkları yürüyüşün bilincinde olan arkadaşlardı.
Tek sıra yürüyüşe geçtikten sonra bir baktım Muzaffer Bey ve arkadaşı Sedat beyde bizimle yürüyor… Akşam ah oh hastayım diyen Muzaffer Bey bizlerle yürüyor. Yürümesine o kadar sevindim ki bir ara yanına yaklaştım “ Ağabey hani sen yürümeyecektin, ayak bileğin acıyordu, rahatsızlığın vardı” elini sallayarak, aman boş ver der gibi “ Amaan rızacığım doktora vereceğim parayı tabiata vereyim, daha çabuk iyileşirim” demez mi. Ben bu sözlerinin mecazi olduğunu, tabiatı çok sevdiğini bildiğim için çok sevindim.
Sedat Bey de ben farkında olmadan grubun önüne geçmiş rehberlik ediyormuş. Kendisi zaten Datçalıymış, emekli öğretmenmiş, yörenin yollarını bildiği gibi tarih ve florasını da çok iyi biliyormuş, bildiklerini paylaşmaktan zevk alan birisi, sanki tıpkı köy enstitüsü öğretmenlerinden biri.
Mendelya’dan çıkalı bir saat falan olmuştu, çoban evleri mevkiine geldik. Burada kısa bir mola verdik. Herkes bir şeyler atıştırırken, etrafı incelerken mola bitti. Aaa oda ne, iki bayan makyaj tazeliyor, benim deklanşöre bastığımı görünce bir kahkaha. Demek ki kadın her yerde kadın… Bir diğeri Ayşe hanım elindeki labada yapraklarını gösteriyor, bir diğeri çantasının askısına adaçayı asıyor yürürken koklayarak yürüyecek.
Çoban evlerinden sola dönüp kuzeye vadiye doğru inmeye başladık. Yamacın eteklerinde vadiye yakın yerde boş bir kuyu gördük, buralarda kekik ve piren kokusu ciğerlerimize doluyor.
Vadi geniş bir vadi ama yerler hala ıslak, yer yer su birikintileri… Ama vadiye inince gözlerime inanamadım… O kadar asırlık yaşlı meşe ağaçları nasıl kalmış burada. İnanın hepsi de birkaç asırlık, o kadar çok ki, aslında buraların korumaya alınması gerek, küçük bir yol düzenlemesiyle turizme bile açılabilinir. Çıkrıklı bir kuyuya geldik burada Sedat Bey meşeler hakkında kısa bilgiler verdi. Buradan güneye yönelip bu asırlık tarihlerin arasında ilerlemeye başladık.
Palamutluk denilen bu mevkii Datça’ya gelen herkesin görmesi gerek diye düşünüyorum.
15-20 dakikalık bir yürüyüşten sonra başka bir tarih sizi bekliyor. Su sarnıcı. Yıllardır zamana direnen sarnıç dimdik ayakta, karşısında asırlık meşeler, burada mola verilmez mi…?
Grup liderimiz Ayşe Sevinç AYDEMİR hanımefendi mola düdüğünü öttürerek, öğle yemek molasını tarih kokan mekanda, enerji, sevgi, saygı dolu insanlara bildirdi.
İnsanlar yemeklerini yiyince bu yaşlı meşelerle dostluklar kurmaya başladılar, kimisi yaşlı ağaçlara tırmanıyor, kimisi kucaklıyor. Nazan BAYINDIR kardeşimiz sanki annesinin kucağında da, annesinin göğsüne başını yaslamış, annesiyle muhabbet ediyor, bir insan doğayı bu kadar sever, doğayla bu kadar candan olur… Burada Eskişehir’deki canlarım aklıma geldi, TEMA da onlarla da çok güzel anılarımız olmuştu.
Arkadaşlar o kadar enerji doluydu ki mola anında bile dinlenmek için tepelere çıkıyor yeni bir yer görmenin mutluluğunu yaşıyorlardı.
Bir saatten fazla moladan sonra tekrar yürüyüş düzeninde yola çıktık. Devamlı güneye yürüyorduk.
Bu arada bu yaşlı meşelerin arasında bunlara eşlik eden yaşlı zeytin ağaçları, yaşlı keçiboynuzu ağaçlarını da ara sıra görüp sarılıyor, sevgiyle kucaklıyoruz. Onların enerjilerini aldıkça kanımız daha bir hızlı akıyor, neşemiz daha bir neşeli oluyor. Çocuklar gibi oluyoruz…
Şırıl şırıl akan bir dere yatağına girdiğimizde güney batıya yöneldik. Su sesi ve doğanın güzelliğiyle insan kendini dünyada bulduğu cennette sanıyor.
Bu arada dünya tatlısı Muzaffer Bey ve Sedat Beye ve bu kadar candan, enerjik yürüyüş grubumuza binlerce teşekkür temennileri geçiyor beynimden.
Dere yatağının sağına soluna ceylanlar gibi atlıya atlıya geçiyoruz. Suların yer altından süzülüp toprağın üstüne çıktığı yerden güney doğuya yönelip tepeye tırmanmaya başlıyoruz. Burada ilk defa salep bitkisini gördüm…
Tepeye tırmandığımızda Domuz Çukuru’na giden yola girdik. Daha önceki yürüyüşçülerin kırmızı boyayla iz bıraktıklarını gördüm, demek ki o işaretleri takip ederek domuz çukuruna da bir yürüyüş neden olmasın?
Patika yola çıktığımızda iyice doğuya yöneldik. Kısa bir yürüyüşten sonra Kızılova denilen mevkie geldik. Geniş düzlük, hala kullanılan çoban evleri ve bize bön bön bakarak karşılayan büyük baş hayvanlar.
Kızılova’yı kısa sürede geçip tepenin güney yamacından inişe geçiyoruz. Yeşille mavinin kucaklaştığı kıyı ayaklarımızın altında, şansımıza hava o kadar açık ki taa uzaklardaki Rodos adasındaki yerleşim yerlerini çıplak gözle görebiliyoruz.
Tepenin sonunda dik bir yamaçta Kargı yoluna iniyoruz.
Burada da yürüyüşte yokuş çıkarken değil de inerken insan daha çok yoruluyor ve dikkatli olması gerekiyor, bunu öğrendim.
Yolun sonunda grubun değerli başkanı İnci hanımın çay müjdesiyle hepimiz sevindik. İnci hanım her şeyi o kadar ince düşünmüş ki Kargı da şu anda açık olan Yeşim Bar’a gidiyoruz. Daha önce telefon ederek hazırlattığı çayları keyifle yudumlayıp, kısa süren dinlenme molasından sonra grup fotoğrafı çekiniyor ve başka yürüyüşlerde buluşmak üzere veda edip hüzünle ayrılıyoruz…
Teşekkürler Muzaffer ağabey, teşekkürler Sedat Bey, İnci hanım. Teşekkürler, Özlem, Nazan, Kenan, Sevinç, Bülent, Ellie(elly),İsmet, Faruk, Zeynep, Oya, Elif, Handan, Hatice, Oktay, Ayşe ve ismini hatırlayamadığım diğer değerli canlar binlerce teşekkürler, beni kırmayarak ilk defa yürüyüşe katılan ve bundan sonra katılacak olan Fehim ağabeyime binlerce teşekkürler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder