17 Aralık 2010 Cuma

MEZAR TAŞLARI

              İyimi kötümü bende bilmediğim bir huyum var, kaçta yatarsam yatayım sabah 5,30 – 6,00 da ayaktayım…
              enüz hava karanlık olduğu için bir çocuk sevgisiyle sevdiğim fotoğraf arşivimi karıştırırken ne tesadüftür bilmem, değerli arkadaşım Nizamettin ARSLAN’ın yazmış olduğu Osmanlıda mezar taşlarıyla ilgili, Sivrihisar, Eskişehir ve havalisinde çektiğim mezar taşarıyla ilgili fotoğraflara bakarken, arkasından Datça’da sabah yürüyüşlerimde fotoğrafladığım ismini bilmediğim çeşit çeşit, yazın o kavurucu sıcaklarda yaşamını tamamlayıp kurumuş, sadece kuru dalları kalmış bitkilerin bu mevsimde ( 15 Kasım- Aralık ) nasıl yeşerdiğini, o kuru dalların nasıl canlandığını görünce sanki insanlara yaşamdan örnekler veriyor…
             Sıkça okuduğumuz Yasin suresinin 12. ayetinde “ Gerçekten biz ölüleri diriltiriz ( ölmeden ) ileri gönderdikleri amelleri ve ( öldükten sonra ) geri bıraktıkları eserleri yazarız. Zaten biz her şeyi apaçık bir kitaba ( Levh-i mahfuza yazıp ) saymışızdır.” 33. ayette de “ Ölü ( kurumuş ) toprak onlar için ( ölüleri dirilttiğimize delalet eden ) bir alamettir. Biz ona ( yağmurla ) hayat verdik, ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar” ayetleri aklıma geliyor…
              Yaşamın neresinde olduğumu düşünüyorum, bu arada TV de sabah haberleri devam ediyor, inanın bir tane iç açıcı haber geçmiyor, hep cinayet, yakıp yıkma, kırma… Düşünüyorum bu insanlar nereye gidiyor, neden sığmıyoruz bu koskoca dünyaya, niye kendimize ve dünyamıza işkence ediyoruz? İçim daralıyor, çalışma masamdan bakıyorum, karşıda deniz, daha yeni yıkanmış, arka planda Marmaris dağları pırıl pırıl yükseliyor, tam fotoğraflık an… Kendime bir iyilik yapmalıyım, kapıyorum fotoğraf makinemi, atıyorum kendimi Datça’nın yürüyüş yollarına…
              Yağmur yeni dinmiş, tabiat banyo yapmış kurulanmayı bekleyen insanlar gibiydi. Kekik kokusu adamın genzini yakıyor, temiz oksijen yaşlı çiğerlerime doluyordu…
              Sivrihisar’da mezar taşları, Datça’da kuruyan bitkilerin yeşermesi, Sivrihisar’da kış, Datça’da bahar başlangıcı…    
Yazın kuruyan bitkilerin 15 Kasımdan sonra yeşermesi

Eskişehir' de bir kabir

Kuru dalların yeniden yeşermesi

Değişik bir mezar taşı
D

11 Aralık 2010 Cumartesi

TİYATROCU

                                                      TİYATROCU
           Doğum yeri Sivrihisar olan Seda SARIKAYA sıcak bir Temmuz ayında gözlerini açmış dünyaya. Sanki Nasreddin Hoca’nın torunu olduğunu anımsarcasına ta çocukluğundan beri sanatla bilimi, kültürü birleştirip insanlara sunmayı hedeflemiş. İlkokul yıllarında başlayan bu sanat aşkı 1998 – 2003 yılları arasında yabancı dil ağırlıklı liseyi bitirdiğinde annesi Emine SARIKAYA, babası Burhanettin SARIKAYA ve kardeşi Hikmet SARIKAY’NIN destekleriyle “ Yunusemre kültür ve sanatları merkezinde” tiyatro eğitimi ve oyunculuk dönemi profesyonelce başlıyor…
           Aldığı tiyatro eğitimini gençlere aktarmak amacıyla eğitim aldığı sahne sanatları merkezinde hem oyuncu hem eğitmen olarak tiyatronun tozunu yutmaya başladı… Son dönemde kendini iyice tiyatroya adayan Seda Eskişehir Gençlik Merkezi, Odunpazarı ve Tepebaşı halk eğitim merkezlerinde, Eskişehir yarı açık ceza evinde tiyatro eğitmeni olarak, yeni yeni oyunları sahnelemeye başladı… Birçok oyunda dekor kostüm tasarım, müzik direktörü, yönetmen olarak görev alan Seda Eskişehir’de çekimi yapılan birçok dizi filmlerinde de rol aldı.
           Bu kadar işin arasında Sivrihisar Eğitim Vakfı ve Sivrihisar Sosyal Kültür Dayanışma Derneği’nin de sanat koordinatörlüğünü yapmakta, Eskişehir’de esmekte olan sanat rüzgârında bende varım demekte, oyunları keyifle izlenen bu kardeşimize sanat yaşamında üstün başarılar dilerim…

TİYATROCU

Seda SARIKAYA
"Yedi Kocalı Hürmüz" de bayan oyuncular  
" Yedi Kocalı Hürmüz " de erkek oyuncular
" Yedi Kocalı Hürmüz " de seyirciyi selamlayan oyuncular
Seda SEV Bşk. Naci ŞAKAR'dan çiçek alırken
Seda SARIKAYA oyuncularıyla
                                       
Seda annesi Emine, babası Burhanettin SARIKAYA ve komşularıyla
          

3 Aralık 2010 Cuma

MUĞLA'YA GEZİ

MUĞLA
     Yöredeki ilk yerleşmelerin tunç çağında MÖ. 3500–2000 kurulduğu sanılıyor. Antik çağda Muğla sınırlarının büyük bölümü Karia bölgesi olarak anılıyordu. Karia nın sınırları kuzeyde Büyük Menderes ile güneyde Dalaman Çayı arasındaki bölgeyi içine alıyordu. Bu bölgede bugünün Muğla merkezi, Kavaklıdere, Yatağan, Ula, Marmaris, Köyceğiz, Ortaca, Bodrum ve Milas ilçeleri bulunmakta. Karia bölgesinin doğusu Friğya, kuzeyi Lydia, güney doğusu Lykia ile çevrelenmişti. 
     Karia adı kar’lardan geliyor, bölgenin yerli halkı Luvi’ler MÖ. 2000 lerden beri bu bölgede yaşadıkları biliniyor. Luvi dilinde kar, doruk-uç anlamında kullanılıyordu. Karialılar kendilerini Anadolulu sayıyorlar Halikarnassos ile tarihçi Heredot’a göre ise Karlar Ege adalarından gelip bu bölgeye yerleşiyor ve yerli halkla kaynaşıyor. Lelegler de Kaia halklarının bir bölümüydü ve taşlık kayalık yerlerde oturdukları için Lelegler olarak biliniyordu.
     Karia kentleri: Karia bölgesinin en önemli kentleri Halikarnassos ( Bodrum ) ve Knidos ( Datça ), Bargylia (Asarlık), Lasos (Kıyı kışlacık), Myndos (Gümüşlük) Keramos (Ören ), Kedria (Sedir Adası), Mylas (Milas), Kaunos (Dalyan), Aphrodisiastelmessos  (Fethiye) başlıca en eski yerleşim yerleridir.
     Bölge ekonomisinin en önemli zenginliği incir, bal ve zeytinyağı idi. Karia, Lykia ve Lonia kadar gelişmiş bir uygarlığa sahip değildi. Mimarlık, bilim, sanat ve felsefede bu iki komşudan geri kalmışlardı. Karianın en önemli mimari yapısı Halikarnassos takı Mausoleum mezar anıtıdır.
     Batı Anadolu’yu etkisi altına alan Helen ve ardından Roma uygarlıkları da Karia kentlerinde bugüne kadar kalan önemli izler bırakmışlardır.
     Karia kentleri MÖ.6.yüzyılda Lydia devleti eğemenliğine giriyor, MÖ 540 larda Persler bölgeye hakim oluyorlar. Karia bölgesi MÖ.334 de Makedonya kralı büyük İskender tarafından ele geçiriliyor. Ardından MÖ 192 den itibaren Roma eğemenliğine giriyor. Anadolu beylikleri döneminde (1261–1451) Menteşoğulları hâkimiyeti yaşanıyor. 1451 de Osmanlı hakimiyeti başlıyor.19 yüzyıl sonlarında Aydın vilayetine bağlı Menteşe sancağının sınırları içinde bulunuyor, 11 mayıs 1919 ve 5 temmuz 1921 arasında İtalyan işgaline uğruyor. Cumhuriyetten sonra tüm sancaklarla birlikte il yapılan Menteşe’nin adı Muğla olarak değiştiriliyor.
     Memleketimizin en önemli turizm merkezlerinden birçoğunun bağlı olduğu ilin merkezi Muğla daha çok ilçelerine gidilip gelinirken “içinden geçilen bir yerdir”. Muğla’ya en az bir gününüzü ayırmanızı önereceğim.            Muğla merkezinde konaklayıp da şehir gezisinin yanı sıra çevre gezisi de yapacaklar dolu dolu birkaç gün geçirebilirler. Asar (Hisar) Dağı eteklerinden, Karadağ, Kızıldağ, Masa ve Hamursuz dağları ile çevrelenmiş ovaya doğru yayılan bir şehirdir.
     Rum ve Türklerin dostça yaşadıkları Muğla Rumların 1924 mübadelesinde göç etmesinin ardından eski havasını bozulmadan sürdürdüğü ilimizdir.

KENT TURU

     Kent merkezi sivil mimarinin çok güzel örneklerini barındırmaktadır. Aracınızı Valiliğin de bulunduğu meydana açılan sokaklardan birinde uygun yere bırakıp 100 metre ötedeki Arastaya girin önce. Semercisiyle, ayakkabıcısıyla, berberiyle, nalbur dükkânlarıyla, esnaf lokantalarıyla, meydandaki şadırvanıyla Arasta, 20. yüzyıl başında donmuş gibidir.
     Çarşıda hediyelik eşya ve Muğla dokumaları satan dükkânlar da vardır.
     Karnınız acıktıysa, esnaf lokantalarından gözünüzün kestiği birine girin. Ekşili döş dolması, keşkek gibi yöresel yemeklere rastlarsanız menüde, mutlaka tadın. Yemekten sonra Helvacıya uğrayın ve yöreye has Tahin helvasının ve Çıtırmık tatlısının tadına bakmayı unutmayın.
     Arasta’da dolaşırken tarihi Saatli Kule çarpacak gözünüze. 1895 yılında Rum Filvari Usta tarafından yapılan ve üzerinde ustasının imzasını da taşıyan kulenin saati hala çalışıyor.
     "Tarihi Muğla Evleri"nin en güzel örnekleri, Arastanın hemen yukarısındaki elektrik santralının üstündeki Saburhane’dedir.
      Kentin başlıca dini yapıları merkezdeki Kurşunlu Camisi (1493), Pazar yeri Camisi (1842), Şahidi Camisi (1848), Şeyh Bedrettin tarafından yaptırılan ve minaresi 19. yüzyıl başında eklenen Şeyh Camisi (Şeyh Bedrettin Mahallesi’nde, 1565) Menteşe Beyi İbrahim bey tarafından yaptırılan Ulu Cami (Elektrik Fabrikası karşısında, 1334)’dür.
     Osmanlı yapısı Yarım han, Yağcılar hanı ve Konakaltı hanları görülmeye değer. Restore edilerek bugün de kullanılan Yağcılar Hanı turistlerin uğrak yerlerinden. 250 yıllık Konakaltı Hanı Konakaltı Kültür Merkezi olarak hizmet veriyor.
     1334 yılında Menteşe Beyi İbrahim Bey tarafından Ulu Caminin vakfiyesi olarak  yaptırılan Vakıflar Hamamı yapılan yenileme çalışmalarının ardından bugün Muğlalıların olduğu kadar  yerli-yabancı turistlerin de ilgi odağında.
MUĞLA’NIN ORTA YERİ SABURHANE
     Muğla’nın tarihine bir yolculuk yapmak istiyorsanız mutlaka Saburhane Mahallesi’ne gitmelisiniz. Kentin doğu kısmında, zirvesi geniş bir düzlükten oluşan Asar Dağı’nın güney eteklerinde bulunan ve eski bir dere yatağını takip ederek ulaşacağınız bu mahallede, dilerseniz meydanın hemen ortasında sağlı sollu asmalarla çevrilmiş kahvehanelerde oturup soluklanın, dilerseniz eski Rum ve Türk evleri arasında geçmişin buğulu kokusuna bırakın kendinizi.
     Mahalleye ilk yerleşim MÖ 3000’lerde, Doğu Yunanistan ile Batı Anadolu kıyıları arasındaki karşılıklı göçler sırasında başlamış. Akhalar, Karya ve İonya kıyılarında birçok koloni kenti kurmuşlarsa da MÖ 546’da Persler bu kentlerin tümünü ele geçirmiş. Sonraları İskender’in egemenliğine giren bölge, Rodos Krallığı ve Doğu Roma sınırları içinde kalmış. Osmanlılar tarih sahnesine çıktığındaysa buraya Türklerle birlikte Rumların da yerleştirilmesini uygun görmüşler. Rumlar, değirmencilik, dülgerlik, fırıncılık, hamamcılık ve terzilik gibi meslekleri icra ederken Türkler tarım ve hayvancılık ile uğraşmışlar.
     Rumlar mübadelede Yunanistan’a göç etmişlerse de geriye kalan evleri bozulmadan korunmuş. Saburhane Mahallesi’nin yanı sıra Konakaltı’na da yerleşen Rumlar, kendi kültürlerine göre biçimlenen taş evler inşa etmişler. Bu evleri Türk evlerinden ayıran temel özellik, içe kapanmış olmaları, avlu yerine sokakla bütünleşen bir cephe ve kütle nizamı göstermeleri. Diğer ayırt edici özelliği ise kesme taş yapı olmaları. Eski şehrin ticaret ve zanaat merkezi Arasta mevkiinde görebileceğiniz saat kulesi de, 1895’de Rum Filivari Usta’nın elinden çıkmış, harika bir yadigâr.
     Mahallede gezerken çifte bacalı ve çift kapılı evler görürseniz anlayın ki onlar Türk evleridir. Özellikle Hisar Dağı eteklerine doğru yayılmış olan bu evler, kentsel silueti kırmızı kiremit çatı, beyaz duvar ve üzerlerinden taşan yeşil ağaçlar üçlüsü ile oluşan armonisi içinde, geleneksel dokunun özünü oluşturan yapılardır. Avlu içindeki müştemilatlarıyla bir kullanım ve form biçimini oluşturan evlerin tipik özellikleri; ‘hayat’ olarak adlandırılan açık ön sofalar, ‘kuzulu’ kapı olarak adlandırılan avlu girişleri, ocaklar, bacalar, uzun ve geniş saçaklar, tavan süslemeleri, ahşap süslemeli verandalar ve duvarlara gömülmüş dolap biçimli banyolar...
      Bütün Türk evlerinde olduğu gibi, aile mahremiyeti anlayışının bir ürünü olarak içe dönük biçimde inşa edilen evler, genellikle taş veya ikinci derecede ahşaptır. Tüm taşıyıcı duvarlar, avlu duvarları, özellikle zemin katlar kireç harcı, kırma-moloz taş duvarlarla inşa edilmiş, çatı örtüsü olarak alaturka kiremit kullanılmıştır.
      Muğla’nın sembolü olarak kabul edilen karakteristik bacaların en önemli özelliği ise tam 52 adet yöresel kiremitten oluşması.
      Muğla evlerini ayırt edilir kılan bir başka ilginçlik ise kapıları. Geniş iki kanadı olan ve 2.30 metre yükseklikteki avlu duvarının yüksekliği ile orantılı ‘kuzulu’ kapılar, eve girişi sağlıyor.
      Saburhane Mahallesi’nden Arasta’nın bulunduğu yere doğru inerseniz, Muğla’nın eski çarşısı ve el zanaatlarını sürdüren dükkânlarıyla karşılaşabilirsiniz.
      Semercilik, at koşumculuğu, nalburluk, demircilik ve kalaycılık birkaç ustanın direnciyle günümüzde de yaşatılmaya çalışılıyor. Sevdiklerinize hediye almak istiyorsanız, yeni restore edilen Yağcılar Hanı’na uğraya bilirsiniz…
ASAR DAĞI VE DEĞİRMEN DEREYE YÜRÜYÜŞ
     Nefesine güvenenler, bir gün Muğla merkezinden hareketle Asar (Hisar) Dağı zirvesine yürümeliler. Saburhane mahallesinin üst noktasından başlayan yürüyüş zirveye kadar 1 saat sürüyor. Üstü tıpkı masa gibi  düz olan ve belki de bu nedenle, halk arasında Masadağ olarak da bilinen Asar Tepe’ye çıkanların ödülü olağan üstü bir manzara ve çevreye dağılmış antik kalıntılar olacak. Kalıntılar olasılıkla Hitit metinlerinde de sözü geçen Mabolla Kalesi’ne ait olmalı. Kale düzlüğünün güneyindeki düzlükteki irili ufaklı taşlardan oluşan ve olasılıkla konut türü yerleşimlere ait yapı yıkıntıları da görülür. Bu alanın altındaki alt düzlükte  II. Bin Anadolu Hitit ve I.Bin Frig ve Urartu Geleneklerini yansıtan, Karya ve Likya Bölgesinde varlığını geç dönemde de sürdüren açık hava kutsal alanları görülür.
Mabolla Kalesinin iri dikdörtgen taşlardan oluşan surlarının güneye doğru süren uzantıları oldukça iyi korunmuştur…
     Sur duvarlarından aşağıya doğru sürüklenen bazı bloklar  üzerinde izlenen kenetler ahşap kenet yuvaları özelliğindedir ve  M.Ö. 5. yy.la tarihlendiğine ilişkin  ipucu vermektedir. Masadağ Kuzeydeki düzlüğe yakın yerinde ise yüksek teraslar üzerine oturtulmuş ve en az 3 katlı olan ve harçlı moloz taşlarından yapılma bir ortaçağ sarayı yer alır. Mabolla’nın doğu ve batı üst yamaçlarında ve çoğu yakın zamanda soyulmuş kaya oygu mezarları yer alır.
     Asar Tepe çıkışı öncesinde ya da dönüşte, yürüyüşün başlangıç noktasından sağ tarafa doğru dere içindeki güzergâhı seçerseniz Değirmen Deresini de  gezme imkânı bulursunuz. Derenin küçük bir şelale yaparak göllendiği noktaya yapacağınız bir saatlik bir yürüyüş güzergâhı üzerinde tarihi kilise kalıntısını, Değirmendere’nin doğal güzelliklerini izleme şansı bulursunuz. Şelaleyi sazlıkların arasındaki doğal taştan merdiveni kullanarak yukarıdan fotoğraflayabilirsiniz. Taşlar kaygan olabilir. Aman dikkat.
     Sıcak yaz günlerinde mayonuzu almayı unutmayın. Yorucu yürüyüşün ödülü şelalenin göletine dalıp serinlemek olacak.
YEŞİLYURT
     İl Merkezine 14 km. uzaklıkta bulunan Yeşilyurt Beldesine Muğla garajından  saat başı  kalkan dolmuşlarla ulaşabilirsiniz. Belde, dokumacılığı ile ünlü. M.Ö. 1500 yıllarına kadar uzanan Pisye antik kentinin izlerini taşır.
     Helenleşme döneminde Pisye biçimine bürünen adın aslı, büyük  olasılıkla, Luvi Dilinden  Pissuwa'dır. Yeşilyurt yakın zamana kadar Pisi Köy,  ya da  Pisi Köyü diye anılmakta, böylece İlk Çağ kentinin adını Türk Ağzına uydurulmuş  biçimiyle yaşatmakta idi. Pisye antik kenti ile ilgili ilk yazılı belge M.Ö. 196 yılına aittir. Bu belgede Rodoslu General Niagoras'ın İdyma ve Kyllandis 'la birlikte bu yerleşmeyi Makedonya kralı V.Filip'in elinden geri aldığı anlatılır.
     Pisye Akropolisinin bulunduğu tepe, Yeşilyurt Kasabasının 1,5 km. kadar güneyindedir. Burada bazı temel ve duvar kalıntıları vardır. Ayrıca kasabanın kuzeyinde 2km. Kadar uzağında bulunan, geliş yolunuzun eteğinden dolandığı tepecik  üzerinde, halkın Aslanlı dediği yer, toprak çanak, çömlek kırıntısı ile doludur. Hatta tek tük İlk çağ yapılarından kalma işlenmiş taşlar görülmektedir. 
     Burada belki de İlkçağ kentinin bir dış mahallesi vardı. Kasaba içinde, hatta eski yapılarda, cami duvarı gibi olağan yerlerde, İlkçağ kenti yapılarından devşirme parçalara pek az da olsa rastlanılmaktadır.
     Beldede 200–250 yıldır  ipek böcekçiliği ve ipek el dokumacılığı yapılıyor. Unutulmaya yüz tutan dokuma kumaşlar son on yıldır Muğla Valiliğince kurulan Muğla El sanatları Limitet Şirketi (MELSA) tarafından satışa sunuluyor.
     Yöreye ait bu kumaşlarda, pamuk ipliği, koyunyünü, hazır yün ve saf ipek ham madde olarak kullanıldığından çok sağlıklı. Isı geçirgenliği az olduğu için yaz kış tercih ediliyor, bu kumaştan yapılan giysiler. Yöre halkı ipekli kumaş için  ipeği, yünlüler için de yünü kendileri elde ediyor.
     Yöreye ait dokuma kumaş, giysi v.b. eşyaları beldeden satın alınabileceği gibi Muğla merkezindeki  dükkânlardan ve  üretimin yapıldığı İl Özel İdare Müdürlüğüne bağlı MELSA Ltd. Şti’nin İl Özel İdare Binasının altındaki satış yerinden de alınabilir.

KARABAĞLAR YAYLASI

     Muğla şehir merkezine 3 km uzaklıktaki Karabağlar Yaylası zaman ayrılıp görülmeye değer.
Soğuk kaynak suyu, ulu çınarları, bol meyve ağaçları ile sıcak günlerde bir kaçış yeridir Karabağlar. Yaylanın beyaz badanalı, kırmızı kiremitli evleri Muğla’nın Saburhane mahallesinin korumaya alınmış tarihi evleriyle aynı özellikleri taşır. Yayladaki bu yerleşim de korumaya alınmış, çirkin yapılaşmaya izin verilmemiştir. Yaşayanlar evlerine ve çevrelerine de sahip çıkmaktadır.
     Karabağlara gelenleri bir sürpriz de beklemektedir. Keyif oturağı ve Süpüroğlu mahallerindeki lokantalarda nefis “kuyu büryanı” sunulmaktadır. Kaçırmayın deriz.
     Yaylanın doğal ve tarihi dokusu korunup geliştirilirse eğer, yakın zamanda turistler için bir çekim merkezi olacağından kuşku yoktur.
     Muğla çevresinde Karadağlar dışında başka gezi ve piknik alanları da var.
     Ova’yı çevreleyen dağlardan biri olan Kızıldağ yamacında, çam ormanı içindeki Kızıldağ piknik alanı, Muğla-Denizli yolunun 18. km’sindeki Yaraş Piknik yeri ilk elde sayılabilecekler arasında
LEZZETLİ YEMEKLER 
     Sokaklar arasında gezerken burnunuza ilginç kokular gelirse yemek vaktinin işaretçisi bilin bunu. Yöresel yemek kültürü açısından da hayli ilginç seçenekler sıralayan Muğla’nın özgün yemeklerinin başında tarhana geliyor.
     Zeytin ve kurutulmuş biber de Muğla’da bir sofra kültürü. Özellikle sofralık zeytin, Karya döneminden beri önemini koruyor. Çarşıda yöresel ev yemeği bulacağınız pek çok restoran var.
     Büryan kebabı, ekşili döş dolması, börülce ve keşkeğin tadına mutlaka bakın. Yörede ‘çıtırmık’ adı verilen irmik helvasından yemeyi de ihmal etmeyin bu leziz şölenin üzerine...
    Dönüşte Muğla Müzesi’ne mutlaka uğramalısınız
MUĞLA MÜZESİ
     Adliye’nin arkasındaki eski cezaevi binasındadır. Müzeye antik kalıntılarla, heykellerle dolu bahçeden geçilerek giriliyor. Müze kapalı alanında da sergilenen arkeolojik buluntuların büyük bölümü Stratonikeia antik kenti kazılarından getirilmiştir.
     Muğla’nın çeşitli yörelerinden giyim kuşam ve kullanım eşyalarının sergilendiği etnografya bölümü de ziyarete değer.
     Hafize Ana (Hafize Kaşıkara) Evini ve Belediye tarafından restore edilerek Kültür Merkezi’ne dönüştürülen Şerefliler Evi’ni görmelisiniz. 200 yıllık geçmişi olan Hafize Ana Evi ödül almıştır. Artık buraları da gezdikten sonra artık ağaçlar altındaki bir kahvede oturup yorgunluğun tadını çıkarabilirsiniz…
TUROLİAN PARKI
     Muğla’nın doğu tarafında, Özlüce Köyü Kaklıcatepe’de  yapılan araştırmalarda çıkarılan fosiller, Muğla Müzesi Doğa Tarihi Bölümünde Turolian  Dönemi Buluntuları olarak sergileniyor. Boynuzlugiller, gergedangiller, hortumlu memeliler, domuzgiller, atgiller ve bir bölüm etçil ailelerinden önemli fosillerin bulunduğu Kaklıcatepe’deki üç ayrı alanda kazı ve araştırmalar 1992 sonlarında başlamıştı.
     Doğu Asya’dan İspanya’ya kadar çok geniş bir coğrafyada günümüzden 5-9 milyon yıl önce yaşamış ve yok olmuş canlıların fosilleri ilk kez İspanya’nın Teruel havzasında bulunduğu için bu döneme Turolian deniyor.
     Turolian Parkı Doğa Tarihi Bölümü müzenin en ilginç bölümüdür.
MAKETLERDE MUĞLA EVLERİ 
     Muğla evleri o kadar ün kazandı ki, evler şimdi maketlerde yaşatılıyor ve meraklılarına satılıyor. 4 yıl önce yaptığı ilk Muğla evi maketi ABD’nin Ford Lauderdale kentindeki doğa tarihi müzesinde sergilenen Mimar Ertuğrul Aladağ, şimdi kurduğu atölyede ürettiği Muğla evlerini meraklılarına satıyor.
MUĞLA ÜNİVERSİTESİ 
     Muğla merkezinde Üniversite şehre büyük hareketlilik getirdi.
     Muğla çıkışında Kötekli mevkiinde bulunan geniş alana dağılan üniversite, fakülteler, yüksek okullar ve meslek yüksekokullarını içeriyor.  Üniversiteye bağlı Fethiye, Ortaca, Milas, Dalaman,Datça ve Ula gibi ilçe merkezlerinde de yüksek okullar yer alıyor. Üniversitede 13000 kişi öğrenim görüyor.
Kampusta eğitim tesislerinin yanı sıra, kongre-toplantı salonları, kültür - eğlence merkezleri, sağlık üniteleri, kapalı-açık spor salonları ve yüzme havuzları, spor tesisleri de yer alıyor.
MUĞLADAN NE ALINIR?
     Muğla’ya yolunuz Perşembe günü düşerse Muğla Pazarı’nı gezmeyi unutmayın. Turist grupları bu pazar için kilometrelerce ötedeki tatil yerlerinden kalkıp geliyorlar. Pazarda bol ve ucuz sebze meyvenin yanı sıra yöreye özgü dokumalar, dantel, iğne oya işler, halı ve hediyelikler de satılıyor.
      Perşembe gününü kaçıranlar, yöresel dokuma ve halı için Yağcılar Hanı’na uğramalılar.
      Muğla’ya 14 km uzaklıktaki Yeşilyurt beldesinin el dokuma ürünleri bu beldede olduğu gibi İl Özel İdare Binasının altında MELSA satış noktasında da üretiliyor ve satılıyor. Fiyatları oldukça uygun. Başka yerde bulamayacağınızı da hatırlatalım.
     Denizli’nin zengin tekstil ürünleri ve konfeksiyonlar ise Muğla çıkışında üniversite karşısında CNS tesislerinde sergileniyor.
NOT:  Muğla ile ilgili tüm bilgi ve fotoğraflar webde yapılan taramalar sonucu elde edilen çeşitli kaynaklardan alınmıştır.

30 Kasım 2010 Salı

MUĞLA'DAN KARELER

MUĞLA'DAN BİR GÖRÜNÜŞ
MUĞLA'DAN BİR GÖRÜNÜŞ
ESKİ HÜKÜMET MEYDANINDA BAYRAM TÖRENİ
MUĞLA'DA DOKUNAN HALI, KİLİMLER
MUĞLA'DAN BİR GÖRÜNÜŞ
MUĞLA'DAN BİR GÖRÜNÜŞ
MUĞLA ESKİ EVLER
MUĞLA KIZILDAĞ'DAN ŞEHİR

KIZILDAĞ'DAN BAŞKA BİR BAKIŞ

MUĞLA KURŞUNLU CAMİ

MUĞLA KÜLTÜR MERKEZİ - 1

MUĞLA KÜLTÜR MERKEZİ - 2

MUĞLA SABURANE

MUĞLA SAATLİ MEYDAN

MUĞLA ŞEHİR MERKEZİ, MASA DAĞI

MUĞLA ULU CAMİİ'NDEN BAŞKA BİR GÖRÜNTÜ

MUĞLA MERKEZ MEYDAN

MUĞLA SOSYAL HARİTASI

MUĞLA TARIM HARİTASI

4 Kasım 2010 Perşembe

ESKİŞEHİR'E GEZİ

     Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hâkim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi. Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hâkim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istilâ etiler. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.
     M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askerî üssü hâline geldi. Sâsânîler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevî kumandanı Abbâs İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbâsîler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Durûlîye” dediler.
     1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir. “Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ûd’un Eskişehir zaferlerine dayanır.
     1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ûd’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamuk beli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı. On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilâyetlerinin kesiştiği bölge, Osman oğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultan önü” dediler.
     Sultan önü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba hâline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdâvendigâr (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi. On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkân ve 2 kervansaray vardı.
     20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı.    Yunanlıların Eskişehir'i işgalini ve yaşananları Suzan Albek kitabında şöyle aktarır: "Türk ordusu Eskişehir'i boşalttıktan sonra, Yunan elini kolunu sallayarak girdi buraya. Aylardan temmuz, Eskişehir'de zerdali vaktiydi. Yunan ordusu dağınık, perişandı. İlk günler Aşağı Mahalledeki çarşının dükkânları yağmaladılar. Kurşunlu camiinin Menzil hanesini erzak deposu, Aşhaneyi mutfak yaptılar. Semahane Yunan askerleriyle doldu. Kumandanlar Fransız mektebine, Doğaloğlu hanı ve diğer büyük binalara yerleştiler. Odunpazarındaki Turan Numune mektebi hastane oldu. İşgalden iki gün önce Ankara yönüne göçmüş zenginlerin evlerine yerleştiler. Bütün evlere beyaz bayrak asın dediler, astık. Gece dokuzdan sonra sokağa çıkmayın dediler, çıkmadık. Bahçe duvarlarına delik açtık, sokağa çıkmadan birbirimize gidip geldik." (Albek, 1991, s. 193)
     Hâkimiyeti Milliye Gazetesi'nin muhabirine göre; Yunanlılar geri çekilirken 250 kişiyi öldürmüş, kent merkezinde 2 bin hane, 22 otel ve han, 2 bin mağaza ve dükkân, 5 hamam, 4 fabrika, 2 cami, 3 mescit ve 10 mektep yakmışlardı. Köylerde ise 13 bin hane ve 2 bin davar ağılı ateşe vermişlerdi. 150 bin dönüm ormanlık alan da kül haline getirilmişti. O günkü kaynaklara göre kent ve çevresinde 150 milyon lira zarar meydana gelmişti.
     Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilâyet-il” denilince, Eskişehir2de 1925 yılında il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir.   Mustafa Kemal Paşa'nın 15 Ocak 1923'te Eskişehir'e yaptığı gezi de gerek Türkiye'nin geleceği açısından gerek Eskişehir'in imarı konusunda, bir dönüm noktası oldu. Mutasarrıflık Dairesi'nde (Hükümet Konağı) yaptığı konuşmada, Ulusal Kurtuluş Savaşında büyük acılar çeken Eskişehir halkının gösterdiği özveriyi takdirle karşıladığını açıkladı. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa Mutasarrıflık Daire­si'nde, üst düzey memurlardan kentin imarı konusunda bil­gi aldı ve ihtiyaçlarının neler olduğunu öğrendi. Mustafa Kemal Paşa ilgililerden acilen hayvanların ıslahı ve hastalıklardan korunması, tohumluk dağıtımı, yolların yapılması, yeni okul binalarının inşası, mevcut ormanların haritasının çıkarılması gibi konulara eğilmeleri gerektiği direktifini verdi. Mustafa Kemal Paşa'nın bu direktifleri ve Eskişehir'in kalkındırılmasına yönelik hassasiyeti Belediye Başkanı Hasan Basri Bey'i harekete geçirdi.
     1926 yılında Eskişehir'in, Sivrihisar, Mihallıçcık ve Seyitgazi olmak üzere üç ilçesi bulunuyordu. 28.06.1954 tarihinde 6321 sayılı kanunla Çifteler, Mahmudiye, 27.06.1957 tarihinde 7033 sayılı kanunla Sarıcakaya ilçe haline getirildi ve Eskişehir'in ilçe adedi 6'ya çıkmış oldu.  
     Daha sonra, 19.06.1987 tarihinde 3392 sayılı kanunla Alpu, Beylikova, İnönü; 9.05.1990 tarih ve 3544 sayılı kanunla Günyüzü, Han ve Mihalgazi ilçe haline getirilmiştir. Böylece ilçe sayısı 12'ye çıkmıştır. Yakın tarihte de Eskişehir büyük şehir statüsüne kavuşunca merkezde de Odunpazarı ve Tepebaşı ilçeleri oluşmuştur.
     Bir milyara yaklaşan nüfusu vardır, sert bir kara iklimine sahip olup, denizden yüksekliği 792 m. dir.
 Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askerî hava meydanına sahiptir.  
GENEL
     Şehir; çok güzel ve hareketli. Özellikle; Anadolu Üniversitesi ve Osman Gazi Üniversitelerinin bu şehirde kurulu olması, şehre ayrı bir hava katmış. Ayrıca; bu üniversitelerde okuyan, yaklaşık 60 bin öğrenci, şehrin gerek kültür ve gerekse ekonomik yapısını olumlu yönde etkilemekte. Bunun dışında; Eskişehir denince, akla gelenler, şunlar olabilir: Odunpazar evleri, Frigya vadisi, Nasreddin Hoca, Yunusemre, sivil havacılık, Porsuk Çayı, Nuga Helvası, Lüle taşı ve çiğ börek.
GEZİ ROTASI
     Eskişehir’e çeşitli şekillerde gitmek mümkün. Özel aracınız ile giderseniz; özel aracınızı mutlaka şehir merkezine uzak bir noktada, bir otoparka bırakın. Çünkü şehir merkezinde, tramvay hatlarının bulunması nedeniyle, trafik sadece yaya. Sonuçta; tramvay ile toplu taşımacılık gayet rahat ve hızlı.
     Eğer, trenle giderseniz ki, en kolay yolu bu, inanın rahat edersiniz. Eskişehir Gar’ı da, merkeze yakın. Yürüyerek 10 dakika.     
     Cadde ve sokaklarda, hür ve rahatça dolaşabilirsiniz. Şehir; gerçekten asayiş açısından çok güvenli. Gecenin geç saatlerine kadar yürüyerek şehirde dolaşabilirsiniz. Banklarda oturabilirsiniz. Bazen, hemen yanınızdaki banka baktığınızda, oturup birbiriyle sohbet eden, iki yaşlı insanın heykelini görüp şaşıracaksınız. Heykeller bol…
     Havuzlar var, havuzların yanında yine heykeller. Ama bunlar asla rahatsız edici boyutta değil. Şirin ve planlı bir kent. Eski binalar yıkılmamış, restore edilerek modern binalara dönüştürülmüş. Örneğin: şehir içindeki eski buğday silosu, yıkılmadan restore edilerek, modern bir otele dönüştürülmüş. Bunun yanında; uzun kule gibi bacalar göreceksiniz. Çok modern bir alışveriş merkezi önünde, uzun bir baca.
Evet, bunlar, burada daha önce bulunan kiremit fabrikalarının bacaları. Fabrika yıkılmış, yerine çok modern bir alışveriş merkezi (Espark ) yapılmış, bacası yıkılmamış, güzel bir görüntü, eski ile yeninin harmanlandığı bir görüntü, ilginç…
     Şehir içinde, bol bol yürüyün dedim. Ama bu şehirde, 16 km.lik güzel bir tramvay hattı var. Bu tramvaylar ile şehrin birçok bölgesine, çok rahat yolculuklar yapabilirsiniz.
     Merkezde, gezebileceğiniz yerler, başlıca mekânlardan bazıları şunlar…  ;
PORSUK ÇAYI
      Murat dağından ve Kütahya’dan gelen iki ayrı kol, şehir girişinde birleşiyor. Bu birleştikleri yer; regülatör. Porsuk suları; burada, şehir içinde ilerleyeceği kanallara ayrılıyor. Regülâtör denen yer; yeşillik bir yer. İki tane güzel restoran var. Özellikle; bahar ve yazın, muhteşem güzel, yeşil ağaçların altında harika bir ortam. Regülâtörde kanallara ayrılan su; şehir içindeki kanallardan geçiyor ve sonra yine, birleşerek Sakarya Nehrinin bir kolunu oluşturuyor. Ayrıca: kanallar üzerinde; Hollanda tipi teknelerle ve Venedik tipi gondollarla gezi yapmak mümkün.  Özellikle: gondollar, gerçek bir gondol. Evet: mutlaka gondol gezisi yapın veya tekne ile gezinti yapın. Porsuk çayı kent merkezinde 13 km. boyunca ilerliyor ve tüm bu güzellikleri yanında; çevresinde barındırdığı kafeler, kıraathaneler, pastaneler, restoranlar ile ayrı bir güzellik yaratıyor. Buralarda: oturabilirsiniz. Ayrıca: porsuk çayının çevresindeki kalabalığa karışarak yürüyün, kafelerde veya çayın kıyısındaki banklarda oturun, gelip geçenleri izleyin, çay-kahve için, büyük keyif alacağınız kesin.
ESPARK     Evet, porsuk çayının kıyısında gezindikten sonra; Espark’a girebilirsiniz. 2007 yılının sonlarında açılmış, 24 bin m.karelik arazisi ile büyük bir alışveriş merkezi. Eskişehir’in en büyüğü. Yalnızca alışveriş değil, aynı zamanda: sinema salonları, food-court alanları var. Ayrıca; çok profesyonelce işletildiği hemen göze çarpıyor. Zemin altı da dâhil, toplam 5 kat var. İki büyük asansör ve yürüyen merdivenler. En üst katında; sinema salonları ve yemek yerleri var. Yemek mekânları: geniş ve ferah, çeşit bol. Gerek fasd-food ve gerekse ev yemekleri bulmak mümkün. Otopark sıkıntısı yok. Toplam; 140 mağaza bulunmakta, arzunuza göre alışveriş de yapabilirsiniz.
KANATLI ALIŞVERİŞ MERKEZİ
     Yine, merkezde bulunan bir alışveriş merkezi. 4 katlı. Ama alışveriş merkezi derken, görünce şaşırdığım bir alışveriş merkezi. Çünkü: büyük yapısı ile orantılı olarak, alışveriş mağazaları yok. Yani; büyük bir yapı ama mağaza sayısı çok az. En üstteki 10 sinema salonu var. Birde giriş katındaki kafeler güzel. Burada oturup, çok hareketli olan hemen öndeki meydanı, caddeleri, gelip geçenleri seyrederek, yorgunluk atabilirsiniz. Mekânın önünde, güzel bir süs havuzu var.
222     Burası; eski bir kereste fabrikası. 1949–1985 yılları arasında, kereste fabrikası olarak kullanılmış. Bir süre atıl olarak bekleyen bu yapılar; 2001 yılında bir özel şirket tarafından alınmış ve 11 aylık bir süreç sonunda restore edilerek, 31 Aralık 2002 tarihinde hizmete sokulmuş. Ama yapılan restorasyonda, ana mimariye asla dokunulmamış. Fabrikada zamanında aktif olarak kullanılan; marina rayları, şerit makineleri ve diğer makineler, tesiste, bugün dekoratif amaçlı olarak kullanılmış. Restorasyon sırasında, İzmir-Aliağa’dan alınan bir gemiden sökülen malzemeler, yine dekoratif amaçlı olarak kullanılmış. Ana girişteki kapı;Erzurum Aslanlı Kışla’dan getirilmiş. Bu kapı; mekâna ismini vermiş ve kapıdan geçmenin şans getirdiği rivayet ediliyor. Mekânda kullanılan tüm objelerin; ikinci hayatlarını yaşadıkları düşünülüyor. Bu yüzden, buraya 222 ismi verilmiş. Genelde seviyeli insanlar geliyor…
ODUNPAZARI
     
Eskişehir’in ilk yerleşim yeri burası. Osmanlı döneminden kalma tarihi evler var. Bir rivayete göre: buralara gelipte, Eskişehir’e yerleşmeyi düşünen halk; Odunpazarı ve şimdiki Porsuk çayının bulunduğu bölgelere, birer koyun ciğeri asarlar. Hangi bölgedeki daha çok dayanırsa, oraya yerleşmeyi düşünürler. Derken, Odunpazarına asılan ciğerin, diğerine nazaran daha geç bozulduğunu görürler ve Odunpazarı bölgesine yerleşirler. Odunpazarında konutlar, iki türlüdür. Bir kısım konutun; girişleri sokaktan, bahçeleriyle arkadadır. İkinci tip konutlarda ise; bahçeler öndedir. Evlerin içi; genellikle bir sofa ve etrafındaki odalardan oluşur. Çok katlı konutlarda, zemin katta mutfak ve depo gibi servis hizmeti sağlayıcı mekânlar var. Yaşam ise, üst katlarda sürer. Konutların ön cephelerindeki, iki tarafa bakan, pencereli köşe odaları, daha büyük ve önemlidir.
Odunpazarı semtinde; eski evlerin restorasyonları bitirilmiş. Ayrıca; bu semt, tarihi ve kentsel sit alanı olarak tescil edilerek koruma altına alınmış. Diğer bu tür yerlerden (örnek Safranbolu evleri) farklı olarak, bu evlerde, günümüzde hala yerleşim ve yaşam sürmekte.
     Rengârenk, güzel bir görünüm oluşturmuş.Büyük şehir ve Odunpazarı Belediyesi tarafından, aslına uygun olarak restore edilen bu evler, hemen yolun kıyısında bulunmaları nedeniyle, ulaşım rahatlığı da sağlıyor. Bunlardan bir tanesinin içinde ise, 2007 yılından bu yana, çağdaş cam sanatları müzesi bulunmakta. Bu müze, Türkiye’de bir ilk. Yerli ve yabancı 50 ye yakın cam sanatçısının eserleri sergileniyor.
ARKEOLOJİ MÜZESİ
      Evet, şehirde müze olmazmı, var elbette. İlk kurulan müze çevreden toplanan eserlerin, 1944 yılında, Alaattin Camiinde depolanması ile kurulmuş. 1974 yılında ise, Atatürk Bulvarı üzerindeki şimdiki binaya taşınmış. Aynı yerde, daha modern ve güzel Eti Arkeoloji müzesi inşa edilmiş olup, hizmete sunulmuş…
     Arkeoloji müzesinin dışında gezilebilecek diğer müzeler; Lületaşı müzesi, Anadolu üniversitesi cumhuriyet tarihi müzesi, Cam müzesi, Çağdaş sanatlar müzesi, Karikatür müzesi, Malhatun etnografya müzesi, Havacılık müzesi, TCDD demiryolları müzesi
ESKİŞEHİR’DE NE YENİR
     
Eskişehir denilince akla hemen elbette çiğ börek (şır börek ) gelmekte. Bunun asıl adı: Tatar böreği. Malum, Eskişehir’de ilk yerleşim Odunpazarı bölgesine olmuş, daha sonra yamaçtan aşağıda şehir kurulmaya devam etmiş ve bu bölgeye ise yoğun olarak göçmen tatarlar yerleşmiş. Çiğ börek de, böyle bir kültürün eseri. Muhteşem bir tad. Bundan başka tarhana, toğga çorbası, düğü köfte çorbası, tutmaç, bamya çorbası, balaban, kelem dolması, yaprak sarma, kapama, yufkalı büryan, mantı, göbete, su böreği, haşhaşlı gözleme, höşmerim, muska baklavası, met helvası, nuga helvası, tahin helvası, boza başlıca damak tadına hitap eden yiyecekler…
ESKİŞEHİR’DEN NE SATIN ALINIR
     Mutlaka duymuşsunuzdur, Eskişehir denilince akla, lületaşı gelir. Türkiye’de birkaç farklı bölgede çıkarılmasına rağmen, en kaliteli lületaşı burada. Çünkü: Eskişehir’den geçen fay hattı, lületaşı ocaklarının bulunduğu bölgeyi kapsıyormuş. Faylar; lületaşı oluşumu için olumlu etki yaratıyor. Yer altı sularının içinde bulunan magnezyum eriyiğinin su yataklarının tabanına çökmesi sonucu, lületaşı yataklarının oluştuğu söyleniyor. Eskişehir’de yeterli jeolojik şartların bir arada bulunması, lületaşının kalitesini arttırmış. Toprağın içinden; damar şeklinde olmayıp, yumrular halinde 250 gr. ile 5–7 kiloluk parçalar halinde çıkarılan lületaşı hammaddesi; bazen 30 bazen ise 100 metre derinlikteki ocaklardan çıkarılıyormuş. Lületaşı ocaklardan çıkarıldıktan sonra ise, sanatçıların hünerli ellerinde, yeniden hayat buluyor. Evet; şehirde, lületaşından yapılma, özellikle pipo satan yerler var.. Gerçekten, görüntüleri çok güzel. Eskişehir’de lüle taşından yapılmış yapıtları alabileceğiniz başlıca yer: Esnaf Çarşısı. Merkeze yakın… Lüle taşının dışında el dokuması kilimler, Sivrihisar cebesi, Alpu gümüş takıları, el işçiliği bohçalar, sarkalar, başörtüleri, başlıca hediyeliklerdir…
(Bu yazılar ve fotoğraflar Eskişehir valiliği, Eskişehir valiliği il kültür ve turizm müdürlüğü broşürleri ve çeşitli Eskişehir'le ilgili sanal kaynaklardan derlenmiştir.)

ESKİŞEHİR'DEN KARELER

ATATÜRK CD.,EMNİYET,VALİLİK,BÜYÜK ŞEHİR,REŞADİYE CAMİ, 2 EYLÜL CD.
ADALAR,PORSUK
ÇİĞ BÖREK (ŞIR BÖREK)
ALAN ÖNÜ MAH,A.Ü.CUMHURİYET TARİHİ MÜZESİ,ATATÜRK BUL.
ŞEKER MAH., ŞEKER FB., KENT PARK, OTOGAR, HAVA İKMAL
ANADOLU ÜNÜVERSİTESİ
OSMANGAZİ ÜNÜVERSİTESİ
LÜLETAŞI
ESKİŞEHİR
ESKİŞEHİR TARIM VE HAYVANCILIK

1 Kasım 2010 Pazartesi

DATÇA'DA BAHAR


Datça'da sonbahar ve kış olmaz desem yeridir. Şu sıralar üçüncü mahsuller toplanmakta, 15 ekimde tabiat uyanmaya başladı, nisan sonuna kadar bahar devam eder. İnanması zor ama yazın çatır çatır kuruyan tabiat yeniden yeşermeye başlar (insanın aklına Kuran'da birçok yerde geçen "Biz ölüleri diriltiriz" ayetleri gelir.) doğayı ve doğanı sevenler bilirler, yaşam çok güzeldir. Datça'da da yaşam çok güzeldir, belki sevgili dostlar şaka gibi gelir ama bugün iki saatten fazla denizde kaldım.Yurdumuzun birçok köşesinde kış başladı, ama fotoğraftada görüldüğü gibi çimenler, laleler, sümbüller, kekikler, ada çayları, ada soğanları, anlıklar, (burada "anlık" denilen bitginin mide bağırsak kanserine iyi geldiği söylenir.) yeşermeye başladı...

31 Ekim 2010 Pazar

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMALARI




Sabah yapılan kutlamalardan sonra gece yapılan fener alayı ve havai fişek gösterisi ilgiyle izlendi. Özellikle öğretmen evinin yanından yapılan havai fişek gösterisiyle denizde oluşan ışık yansımalarının dansı görülmeye değerdi...

30 Ekim 2010 Cumartesi

DATÇA'DA 29 EKİM HAVAİ FİŞEK GÖSTERİSİ




Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına gecede devam edildi.Fener alayı geçitinden sonra öğretmen evinin yanından yapılan havai fişek gösterisi deniz üzerindeki görüntüsüyle nefesleri kesti...